Sanayi Politikaları Ve Kentler
Ülke sorunlarına en duyarlı meslek kuruluşlarımızın başında yer alan Mimarlar Odası iki yıla yakın bir süredir mimarlığın geleceğine ilişkin kaygılarını ve politika önerilerini her zamanki sorumluluk anlayışıyla Mimarlık ve Kent Buluşmaları adı altında tartışmaya açmıştır. Bugün burada 6 ilde yapılması planlanan buluşmaların sonuncusunu gerçekleştirmek üzere toplanmış bulunuyoruz. Odamızın yöneticilerini, bu yapıcı ve katılımcı yaklaşımlarından dolayı kutluyor ve bu toplantıda bana da görüşlerimi bildirmek fırsatı vermiş oldukları için kendilerine teşekkür ediyorum. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Kentin İmar Planında Sanayi
Sanayiin kentlerle ve kentleşmeyle ilişkileri başlıca beş noktada toplanabilecek özellikler taşımaktadır.
1) Birincisi, sanayi kuruluşlarının kent içinde, belli bir imar düzenine uygun olarak, kentin imar planına göre, verimli bir üretime olanak verecek biçimde ve aynı zamanda insan ve çevre sağlığı üzerinde olumsuz etkiler yaratılmasına yol açmaksızın yerleştirilmelerini kapsar. Bu bağlamda, bir yerleşim yeri sanayi kenti özelliklerini taşımasa bile, orada kent yönetimi var olan sanayiini kentbilimin genel kurallarına göre kent planında ussal bir biçimde yerleştirmek zorundadır. Hemen belirtmeliyim ki, sanayi kenti kavramının her yerde ve her zaman için geçerli sayılaacak ölçütlere dayanan belirli bir tanımı yoktur. Aktif nüfusunun yüzde 20, 30 ya da 40’ı işleyim sanayiinde çalışan bir kenti sanayi kenti saymak gibi bir kabul geçerli olamaz. Genellikle ayni ülkedeki ya da farklı ülkelerdeki kentler karşılaştırıldığında, birbirlerine kıyasla sanayide çalışan nüfusun göreceli olarak yüksek olduğu kentler sanayi kenti olarak adlandırılıyor. Bunun gibi, kültür kenti, turizm kenti, garnizon kenti, üniversite kenti gibi kavramların içeriklerini belirlemenin de çoğu kez tartışmalı ölçütlere dayanmakta oduğunu belirtmek yararlı olur. Bir kentin sanayide çalışan aktif nüfusunun oranı ya da sınai kuruluşlarının sayısı ne olursa olsun, kent yöneticileri ve plancılar, bunları sanayi bölgesi, sanayi çarşısı, sanayi sitesi, örgütlü (organize) sanayi bölgesi ya da nitelikli sanayi bölgesi gibi adlarla anılan kent kesimlerinde toplayarak düzenli ve verimli çalışmalarını sağlarlar. Örgütlü sanayi bölgeleri, birbirleriyle teknik ve ekonomik bağlantıları bulunan birçok sanayi dallarının toplumsal ve ekonomik bakımdan en verimli biçimde çalışabilmesi için kurulur. Planlanmış sanayi bölgeleri kentin sanayiine canlılık kazandırmakla kalmaz, vergilendirilebilecek kaynak da yaratarak yerel yönetimlerin gelirlerinde artış sağlarlar. Ayrıca, örgütlü ve planlı sanayi bölgeleri sayesinde, sanayicilere sağlanması gereken belediye hizmetlerinin maliyeti düşmekte, kirletici sanayi kuruluşlarının kent içinde gelişigüzel dağılışına karşı halkın gösterdiği tepki de azaltılabilmektedir[1]. Ülkemizde de örgütlü sanayi bölgelerine ilişkin düzenlemeler 1960’lı yılların ortalarında, devletin öncülüğünde başlamış ve bugüne değin kurulanların sayısı 50’yi aşmıştır. Proje, kamulaştırma ve yapım aşamalarında olan örgütlü sanayi bölgelerinin sayısı ise 200’e yakındır. Bunların %46’sı Marmara, % 37’si Karadeniz,, % 36’sı Ege, %31’i İç Anadolu, 18’er tanesi Akdeniz ve Doğu Bölgelerinde, 6’sı da Güneydoğu’daır[2]. 1960’lı yılları izleyen dönemde Belediye ve Çevre mevzuatındaki gelişmelerin de örgütlü sanayi bölgeleri üzerinde olumlu etkileri olmuştur.
Sanayileşme ve kentleşme
2) İkincisi, sanayi kesiminde çalışan nüfusun oranının yükselmesinin kentleşmeye olan etkisiyle ilgilidir. Kentleşme ekonomik anlamda aktif nüfusun tarımdan tarım dışı kesimlere , bir başka deyişle sanayi ve hizmet kesimlerine aktarılmasını öngören bir süreç olarak tanımlandığına göre, kuramsal olarak, sanayileşme ve kentleşme koşut olarak seyretmeleri gereken iki süreçtir. Bu koşutluk, dünyanın sanayileşmiş batı ülkelerinde gözlemlenebildiği halde, gelişmekte olan ülkelerde, sanayileşme kentleşmeyi geriden izlemektedir. Demografik anlamdaki kentleşmesi sanayileşmesinden çok daha hızlı olan ülkelerden biri de Türkiye’dir. Bu kuşkusuz, ülkede tarım ve tarım dışı kesimler arasında çalışan nüfusun düzeyi yönünden zaman içinde hiç değişme olmadığı anlamına gelmiyor. Nitekim, aşağıdaki çizelgede de görülebileceği gibi, tarımda çalışan nüfusun oranında sürekli bir azalma vardır. Ne var ki, tarım dışında kalan kesimler arasında
Çalışan Nüfusun Kesimlerarası Dağılışındaki Değişmeler (1935-2013)
(%)
1935 1955 1975 2005 2013(tahmin)
Tarm………………………… 82.5 77.4 67.9 29.5 18.9
Sanayi………………………. 9.2 8.0 11.6 19.4 19.4
Hizmetler…………………. 8.3 8.6 20.4 51.1 61.7
Kaynak: R.Keleş, “Şehir Planlaması ve Sanayi”, SBF Dergisi, 1962, Sayı:1, s.307; R.Keleş. 100 Soruda Şehirleşme, Konut ve Gecekondu, 1983, Gerçek Yay. (3. bası), s.40; ve DPT, 9 Kalkınma Planı, Ankara, 2006, s.69.
çalışan nüfusun asıl toplandığı alanın hizmet kesimi olduğu dikkati çekmektedir. Köylerden kentlere olan hızlı nüfus akınlarını özümseyebilecek nitelik, boyut ve hızda bir sanayileşmeden yoksun bir kentleşmeye “sağlıksız” ve “çarpık” adının yakıştırılması bundandır. Bunun bir sonucu olarak , kentlere akın eden köylü yığınlar, ülkemizde artan oranlarda açık ve gizli işsizlik olgularıyla karşı karşıya kalmış ve kalmaktadırlar.
Cumhuriyet’in kuruluşunun 10. yıldönümünden itibaren, Hükümet 1. Sanayi Planı’nı (1933-1938) hazırlayarak, ulusal bağımsızlığın ön koşulu saydığı sanayileşme hamlelerini hızlandırmak istemiştir. Dokuma, şeker, çimento, kağıt vb. sanayi kuruluşlarından birçoğu ülkeye o dönemin kazandırdığı değerlerdendir. 2. Dünya Savaşı 2. Sanayi Planı’nın uygulanmasına olanak bırakmamıştır. Bununla birlikte, ABD’nin ve Dünya Bankası’nın istekleri doğrultusunda, devletin demir çelik, kağıt, kimya ve kimyasal gübre gibi ağır sanayi alanlarına girmekten kaçınarak, serbest piyasa düzeni çerçevesinde yalnızca tarıma dayalı küçük sanayi ile yetinmesini esas alan kısa bir liberal uygulama döneminin ardından, 1961 Anayasası’nın gösterdiği doğrultuda DPT kurulmuştur. Sanayileşmeye öncelik verilen, uzun dönemli bir gelişme anlayışına dayanan, yapısal reformlar öngören planlı dönemde, ilk iki beş yıllık plan döneminin tersine, özellikle 3. Beş Yıllık Plan döneminden sonra, bir meslektaşımızın deyişi ile, “planlama söylemi ile planlama eylemi arasında tam bir tutarsızlık” ortaya çıkmıştır.[3] “İthal ikameci” sanayileşmeyi amaç olarak benimseyen planlama yaklaşımı 12 Eylül askeri darbesi ile son bulmuş ve ayni zamanda DPT’nin etkin konumu sarsılmıştır[4]. Onun yerine , “ihracata dayalı” sanayileşme politikası benimsenerek, Türkiye’nin uluslararası ekonomik dizgeyle bütünleşmesi tercihi yapılmıştır. Ülke adım adım küresel sermayeye ve bu sermayenin pazar alanına açık duruma getirilmiştir. Bunun bir sonucu olarak, kentler ve bölgeler uluslararası sermayenin çekim özeği durumuna getirilmiştir.
Bir ülkede yeni iş alanlarının açılmasının en etkili yolu temel sanayilerin kurulmuş olmasıdır. Temel sanayilerin kurulması sanayileşmenin hızlanmasına, yeni kurulan sanayilere girdi veren ve söz konusu sanayilerin ürünlerini girdi olarak kullanan çok sayıda başka sanayiin de kurulmasına yol açar. Sanayileşme, bir plan yapmanın ötesinde sanayileşme planlarının uygulanarak yaşama geçirilmesini zorunlu kılar. Bu ise, yönetici kadroların zihninde planlama inancının yer etmiş olmasına yakından bağlıdır. Denilebilir ki, ülkemizde bu anlamda bir planlı dönem hiçbir zaman yaşanmadı. Çünkü “planlı dönem” diye adlandırılan 44 yıl (1963-2007) içindeki kısa süreler bir yana bırakılırsa, siyasal iktidarlar plana içtenlikle inanmadılar. Bu inançsızlık 1980’lere gelinceye değin, açıkça dile getirilmeyen, ama gerçekte var olan bir inançsızlık olduğu halde, 1980’lerden bugüne kadar geçen dönemde, plan karşıtlığı açıkça ve yüksek sesle konuşulur duruma geldi. Bu tavır değişikliği üzerinde, hem “bize planın değil, pilavın gerekli olduğu” savını ortaya atanların, hem de küreselleşmenin, yurt içinde ve dışında liberal dünya düzenini pekiştirme çabalarının ve Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşların plan karşıtı tutumlarının yadsınamayacak etkisi olmuştur. Çünkü, plan demek, ekonomik ve toplumsal yaşama karışmak demektir. Plan demek, ekonomiyi , toplum yapısını ve yaşam ortamlarımızı biçimlendirmenin istem ve sunum yasalarınca yönlendirilmesine izin vermemek demektir[5].
Özellikle son birkaç yıldır, söyleme ve uygulamaya bakılırsa, AB üyeliğine aday olmanın zorunlu kıldığı koşullar nedeniyle, neredeyse sanayileşme diye bir soruınumuz olmadığı görülüyor. Uluslararası işbölümünde ülkemize biçilen işlev hızlı bir sanayileşmeyi açıkça dışlamaktadır. Türkiye, uluslararası sermayenin ve onunla işbirliği yapan yerli ortakların uygun ve karlı gördükleri oranda, biçimde ve dallarda edilgin bir sanayileşme politikası izleme durumunda bırakılmıştır. Özde ve yöntemlerdeki bu değişimin sonucu olarak, 2007-2013 dönemini kapsamak üzere hazırlanan Dokuzuncu Kalkınma Planı da “imalat sanayiini, ileri teknolojiye dayalı ve yüksek katma değerli ürün üreten, rekabet gücü yüksek ve dışa dönük bir yapı içinde ekonomik büyümeyi sürükleyen temel sektör” olarak algılamaya başlamıştır[6]. Plan’da, ayni zamanda, “yerel dinamiklere ve içsel potansiyele dayalı bir kalkınma anlayışı” benimsendiği belirtilmektedir.
DPT’nin hazırladığı Türkiye Sanayi Politikası adlı yazanağa göre de[7], Türkiye’de sanayi politikasının temel amacı dünyada giderek artan rekabet koşulları karşısında sanayiin rekabet gücünü ve verimliliğini artırarak dışa dönük bir yapı içinde sürdürülebilir gelişmeyi sağlamaktır. Sanayi politikası girişimcilerin ve işletmelerin girişim gücü kazanıp fırsatlar yaratabilecekleri ve potansiyellerini kullanabilecekleri, rekabete açık bir iş ortamını geliştirmeyi amaçlamaktadır.
Sanayileşmede Bölgesel Dengesizlik
3) Sanayileşme hızındaki yetersizliğin yanı sıra, sanayi yatırımlarının bölgeler arasındaki dağılımında dikkati çeken dengesizlik, kentleşmede bölgesel eşitsizlikleri de büyütmektedir. Kuşku yok ki, sanayiin bir kentin sınırları içinde belli bir plana göre ussal olarak yerleşmesi ne kadar önemliyse, ülke coğrafyası üzerinde en uygun yerleşim ve dağılımının sağlanması da o denli önem taşır. Bu yalnız ekonomik ussallık ve çevre etmenleri açısından bakıldığında değil, fakat ayni zamanda bölgelerarası toplumsal adaletin sağlanması açısından da önemlidir. Sanayileşme politikası ülkede kentleşme politikasının belirleyici bir aracı olmak durumundadır. Sanayiin ve sınai yatırımların belli bölgelerde ve belli kentlerde yığılmakta olduğu bir ülkede dengeli kentleşmeden söz edilemez. DPT’nin 2003 yılında yayımladığı “İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması”[8] nın verilerine göre, ülkenin en az gelişmiş 15 ili ile en gelişmiş 15 ili arasında yer alan illerin adlarında ve gelişmişlik düzeyini gösteren sıralarında son yirmi yılda önemli değişiklikler olmamıştır[9]. Genel görünüm, batının gelişmiş doğunun ise az gelişmiş olmasıdır. 2003 yılı verilerine göre, Türkiye’nin sanayideki katma değerinin % 51.8’i Marmara Bölgesi’nde yoğunlaşmaktadır. Bu farklılıklar nedeniyledir ki, 2000 yılı nüfus sayımının sonuçlarına göre, kentleşme düzeyi Marmara Bölgesi’nde % 77.9 ve Ege Bölgesi’nde % 62.3 iken, Doğu Anadolu’da yalnızca % 47.2 ve Karadeniz Bölgesi’nde ise % 41.2’dir.
Mimarlar Odası, ta 1960’lı yılların başlarından beri, sağlıklı ve dengeli bir kentleşme ereğine varabilmek için ekonomik ve toplumsal amaçlı yatırımların ülke yüzeyine dengeli bir biçimde dağıtılmasının başlıca savunucularından olmuştur. Ekonomik ve toplumsal gelişmenin ve sanayileşmenin sürekli olarak gözardı edilen mekan boyutunun önemle hesaba katılması gereğine ulusal fiziki plan semineri ile 1968 yılında ilk dikkat çeken Odamız, aradan 34 yıl geçtikten sonra düzenlediği 2. Ulusal Fiziki Planlama Semineri’nde , ilk seminerin toplanmasına 34 yıl önce yol açan kaygıların günümüzde de varlığını koruduğu gözlemini yapmıştır. Genel olarak plansızlık, plana saygıda erozyon, kamu yararını arka plana iten iç ve dış kaynaklı gelişmeler, devletin niteliğine yönelik kaygılar, koruma politikalarının “korumama” politikalarıyla yer değiştirmesi , 2. Ulusal Fiziki Plan Semineri’nin başlıca tartışma konularını oluşturmuştur. Çevre Master Planı, Ulaşım Master Planı gibi, kentleşmenin ve sanayiin coğrafi boyutlarının ülke çapında planlı çalışmalara konu yapılmasını öngören ulusal fiziki plan kavramının yasalarımızda hala yer almamış olması kanımca büyük bir eksikliktir. Böyle bir plan olmayınca, ülkede halka açık tutulması gereken, yeşil alan ya da tarımsal toprak olarak korunması gereken alanlara apartmanlar, gökdelenler dikilmesi, alışveriş merkezleri yerleştirilmesi, ormanlık alanların gözden çıkarılması her nasılsa akılcılığın gereği olarak savunulabilmektedir. Oysa, değerli meslektaşım Ülkü Azrak’ın da haklı olarak belirttiği gibi, bir ulusal fiziki plan çerçevesinde bütün bu yerlerin duyarlılıkla korunabilmesi “üstün kamu yararı” kavramının bir gereğidir[10].
Kentlileşemeden Kentleşmek ve Sanayileşme
4) Unutmamak gerekir ki, sanayi ve sanayileşme politikaları bağımsız değişkenler olarak dikkate alınamazlar. Dış ticaret, yatırım, teknoloji, küçük ve orta boy işletmeler, istihdam, rekabet ve benzeri politika alanlarıyla yakın ilişkileri vardır. Bölgesel dengesizlikler ve çevrenin korunması da sanayileşme politikalarıyla yakından ilgilidir. Sanayileşmenin en az bunlar kadar önemli olan bir yönü de, insanların tavır ve davranışlarında ve dünya görüşlerinde yol açtığı olumlu değişikliklerdir. Gerçek anlamda kentlileşme ancak hızlı bir sanayileşme süreci içinde sağlanabilir. Köylülüğünü, kentlerde kırsal koşullar içinde sürdüren yığınlar, gerçek anlamda ne kenttaş ne de yurttaş olabilirler. Bir başka deyişle, sağlıksız ve çarpık bir kentleşme denildiğnde, sanayileşmeye dayanmayan, işsiz güçsüzü bol bir kentleşme kadar, kentlileşmeksizin kentleşmiş olmak da akla gelir. Bu koşullarda demokratik gelişmeyi hızlandırmak da akıntıya kürek çekmek gibi zorlaşır.
Dışa Bağımlılık, Sanayileşme ve Kentleşme
5) Sanayi politikaları ile kentlerin ilişkisini konu edinen bu Buluşma’da bizi belki en çok ilgilendirmesi gereken yön, son yıllarda hükümetlerin, kentsel yaşamı, kent ve çevre değerlerini ve gelecek kuşakların haklarını dolaylı ya da doğrudan doğruya ilgilendiren eylem ve işlemleridir. Bunlar karşısında mimarlar topluluğu, kamu yararını ön planda tutan her zamanki bilinçli tavrını sürdürmek zorundadır. Bu yalnız, onların bir meslek topluluğunun üyeleri olarak değil, yurttaş olarak da görevleridir. Ülkemizde sanayi politikalarını yakından ilgilendiren bu konulardan bazılarına dikkatinizi çekmekle yetineceğim.
Hemen belirtmeliyim ki, Avrupa Birliği üyelik sürecinin yarattığı zorunluluklar sanayileşme ve kentleşme de dahil olduğu halde birçok alanı ilgilendiren yasalarda köktenci değişiklikler yapmayı da gerekli kılmıştır. İstendiği kadar, bu değişiklikleri kendi istencimizle, kendimiz için ve ulusal çıkarlarımız doğrultusunda yapmakta olduğumuz söylensin, uyum çalışmalarında ulusal egemenliğin zaman zaman gözardı edilmesine yol açan küresel etmenlerin alabildiğine payı olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Türkiye’nin her alanda AB ölçünlerine uyum sağlaması belli bir zamana ve kaynağa gereksinme duyrmaktadır. Ne var ki, içinde bulunduğumuz küreselleşme çağının gerekleri, çoğu kez, ulusal çıkarlarla küresel çıkarlar arasındaki karşılaştırmalarda düş kırıklıkları yaratabiliyor. Devletler ulusal egemenliklerinden özveride bulunmak zorunluluğu ile karşı karşıya kalabiliyorlar. Bu sürecin tümüyle dışında kalmakla ona yüzde yüz boyun eğmek arasında kalan almaşıkların seçiminde, Cumhuriyetimizin Anayasada belirlenen niteliklerine ek olarak, en büyük güvencemiz, halkın doğa, tarih, mimarlık ve kültür varlıklarımızın, kent ve çevre değerlerimizin, gelecek kuşakların haklarının ve toplum yararının vazgeçilemezliği konusundaki bilinci olmalıdır. Bu yönden bakıldığında, küresel sermayenin sınır tanımayan açlığı karşısında gereksiz her türlü ödünü vermeye hazır durumda olan siyasal iktidarları uyarmak, gerekiyorsa kınamak bir görevdir.
a) Örneğin, yabancı gerçek ve tüzel kişilere taşınmaz mal satışının, stratejik riskler bir yana, toprak varlığımızın hızla azalmasına yol açacağını kabul etmek zorundayız[11]. Böylesine önemli bir konu, hiç kuşkusuz, salt bir iyelik (mülkiyet) sorunu olarak görülemez. Yabancı uyruklu gerçek kişilerle tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerine yapılabilecek taşınmaz mal satışlarına sınır koyma yetkisi, yasada yapılan en son düzenlemeye göre, sulama, enerji, tarım, maden, sit, inanç ve kültürel özellikleri nedeniyle korunması gereken alanları, özel koruma alanlarını, flora ve fauna alanları gibi duyarlı yöreleri içine alacak biçimde Bakanlar Kurulu’na bırakılmıştır. Böylesine önemli bir konuda esnekliğin yönetime bırakılması yerine yasa ile sınırlandırma kuşkusuz kamu yararına daha uygun düşerdi.
b) Buna ek olarak ,1980’li yılların başlarından beri süregelen, Doğrudan Yabancı Yatırımlar, Petrol, Maden ve Orman yasaları ve bunlarda yapılan değişikliklerle beslenen, yurttaşımızı öz değerlerinden yoksun kılan bir sürecin basamaklarından yalnız birkaçıdır bunlar.
c) Örgütlü Sanayi Bölgeleri 2000 yılına gelinceye değin tek bir yasal dayanaktan yoksundu. 2000 yılında çıkarılan 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Yasası bu bölgelerin kuruluşuna, yapımına ve işleyişine ilişkin kurallar içermektedir. Çok tuhaftır ki, her ikisi de ayni anlama gelen “sanayi” ve “endüstri” sözcüklerine iki ayrı yasanın adında yer verilerek karışıklığa yol açılmıştır. 2002 yılında çıkarılan Endüstri Bölgeleri Yasası ile yatırımların özendirilmesi, yurt dışında çalışan Türk işçilerinin tasarruflarının Türkiye’de yatırıma yönlendirilmesi ve yabancı sermaye girişinin artırılması amaçlanmaktadır. Endüstri Bölgelerinin kurulacağı yerlerin belirlenmesi yetkisi, merkezi yönetim ağırlıklı Endüstri Bölgeleri Eşgüdüm Kurulu’na bırakılmıştır. 4737 sayılı (2002) Endüstri Bölgeleri Yasası, endüstri bölgesi olarak belirlenen yerlerin hiçbir biçimde başka amaçlarla kullanılamayacağını kurala bağlamıştır. Bu yasada, küresel sermayenin ülkeye çekilebilmesi ve serbestçe dıolaşınının sağlanması için her türlü ödünün verilmekte olduğu özellikle dikkat çekmektedir. Çok Taraflı Yatırım Anlaşması’ndan daha da ileri gidilerek, Yasa, yabancı sermaye yatırımlarının önündeki, gerçekte kamu yararı amacıyla konmuş olan engellerin hemen hemen tümünü kaldırmaktadır. Örneğin, Yasa’nın 2. maddesinde Endüstri Bölgelerinde yapılan yatırımlarda 3194 sayılı İmar, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması, 2872 sayılı Çevre, 3202 sayılı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Yasası 3212 Maden ve 1580 sayılı Belediye Yasası’nın 15. maddesindeki “ruhsatsız yapıların yıkılmasına ilişkin kuralın uygulanmayacağını gösterilmektedir.
Bunun gibi, Yasanın, 5. ve 6. maddelerinde yer alan kurallarla, ülkeye teknoloji aktarımı sağlayan, katma değeri yüksek, istihdamı artırıcı nitelikte ve sabit sermaye tutarı 10 milyon doları geçen yerli yatırımlarla varlığının en az % 60’ı yabancı sermaye olmak üzere yabancılarla kurulan ortaklıkların da Yasadan yararlanmasına olanak sağlanmıştır. Açıkça görülmektedir ki, Endüstri Bölgeleri Yasası’nın düzenli kentleşme ve imarın sağlanması, çevre ve kent değerlerinin korunması, planlı gelişme gibi bir kaygısı yoktur. Tek amaç olan sermaye girişlerinin artırılması için, yasa dışı yapılaşmaların bile bağışlanması ek maddelerde öngörülmüştür [12]. Sağlıklı kentleşmeyi ve çevre koşullarını ikinci plana atan böyle bir düzenlemenin sürekli ve dengeli (sürdürülebilir) gelişme ilkesiyle bağdaştırılamayacağı apaçıktır[13].
d) 2005 yılında kabul edilen 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı adlı yasa, ilk bakışta, toprağın doğal ya da yapay yollarla yitip gitmesini ve niteliklerini yitirmesini önlemek amacını taşıyor gibi görünse de, bu yasanın da yasa dışı işgaller sonucunda tarım topraklarını tarım dışı kullanımlara açanlar için bir “af” niteliği taşıması, bu türlü toprak işgallerini bundan sonr da göze alacak olanlar için özendirici bir etki yapmaktan geri kalmayacaktır. Böyle bir düzenleme, Anayasa’nın toprağın korunmasına, planlamaya ve doğal kaynaklaraa ilişkin 45. , 166. ve 168. maddelerine aykırı görünmektedir.
Ayni mantıkla, 4342 sayılı Mer’a Yasası’nın 3. ve 20. maddelerinde yapılan bir değişiklik ile, mer’a olduğu daha önce yargı kararlarıyla kesinleşmiş olan yerlerin, karşılığı ödenmek koşuluyla , özel kişilere aktarılması yolu açılmıştır. TEMA Vakfı yetkililerinin haklı olarak vurguladıkları gibi, bu yasa mer’larda her türlü yapılaşmanın önünü açmakta ve bu alanlarda daha önce gerçekleşmiş olan fiili işgallare karşı dava açma yollarını kapatmaktadır. Sayın Çevre ve Orman Bakanı’nın, 2007 Yılı Bütçe Sunuş Konuşması’nda vurguladığı gibi, resmi politika “devlet ormancılığından millet ormancılığına geçiş” anlayışı çerçevesinde, bu düzenleme bir “af” niteliği taşıyacaktır. Bunun genel hukuk kurallarına, hukuk devleti ilkesine ve kamu yararına tümüyle ters düşmekte olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Sayın Bakan’ın, ayni Bütçe Sunuş konuşmasından aldığım şu tümce doğal ve kültürel değerlere bakış açısının yanlışlığını ve çelişkisini açıkça ortaya koyuyor: “Ormanlar değeri ölçülemeyen mal ve hizmetlerden ve yenilenebilen en değerli kaynağımızdır. Bunlardan sürdürülebilirlik ilkesine zarar vermeden koruma ve kullanma dengesi içinde yararlanılacaktır. Ormancılık politikamızın hedefi, ormanları islah ve imar etmektir”. Görüldüğü gibi, bugüne değin yalnızca islahı söz konusu olan ormanların artık “imarı” da gündemdedir. Ormanların imarı Kentbilim yazınımızda ilk kez karşılaştığımız bir kavram [14]. Hükümetin 2/B israrını sürekli olarak gündemde tutuyor olması bu alandaki söylem ve eylem tutarsızlığının açık bir göstergesidir. İmara açmakla varlığına son verilen bir doğal kaynağı korumanın artık hiçbir anlamı kalmayacağı açıktır. Yapılması gereken, 2/B alanlarının belirlenmesinde toprak ve su rejimine zarar vermemek, ormanların bütünlüğünü bozmaktan kaçınmak, orman işletmeciliğinin verimliliğini ve etkinliğini azaltan eylem, işlem ve düzenlemelere son vermektir. Özellikle, “orman niteliğini yitirme” tanımının, bugüne değin olduğu gibi, kötüye kullanılmya yer vermeyecek bir biçimde yeniden ele alınmasında zorunluluk vardır[15].
e) Turizmin Özendirilmesine İlişkin 2464 sayılı yasada 4957 sayılı yasa ile ve ayni anlayışla yapılan bir değişikliği, Anayasa Mahkemesi, Danıştay’ın başvurusu üzerine yakında iptal etmiştir. Turizm amaçlarına ayrılmış Hazine’ye ait taşınmaz malların ve ormanların kültür ve turizm amaçlarına tahsis edilmesine ilişkin düzenleme Anayasa Mahkemesi’nce Anayasaya kısmen aykırı bulunmuştur. Söz konusu taşınmaz malların Türk ya da yabancı gerçek ve tüzel kişilere tahsis edilebilmesine Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın oluru ile fırsat sağlanması, kanımca, Çevre Orman Bakanı’nın “Devlet ormancılığından millet ormancılığına geçiş” anlayışının tipik bir örneğidir. Bu yaklaşım, ulusu, ulusun değerlerinden, ulusun adını kullanarak yoksun bırakmaktan başka bir anlam taşımaz. Bu nedenledir ki, Danıştay, bu konuya ilişkin olarak vermiş olduğu kararda, yukarıda sözü edilmiş olan “üstün kamu yararı” kavramına dayanmış ve şu sonuca varmıştır: “Her ne kadar orman arazilerinin turizm yatırımlarına tahsisinde kamu yararı olduğu düşünülebilirse de, ormanların orman olarak korunmasındaki kamu yararının üstün nitelikte olduğu açıktır”.
f) Mer’a, orman ve turizm alanlarındaki düzenlemelere koşut bir girişim de Kıyı Yasasaı’nda yapılması öngörülen değişikliktir. Düşünsel ve ideolojik temeli öncekilerden farklı olmayan bu yaklaşım sonucunda, kıyılardaki dolgu ve su alanlarında imar planı kararıyla geniş çapta yapılaşmaya olanak sağlanacak ve plana aykırı olarak yapılmış yapı ve tesislere “imar affı” getirilmiş olacaktır. Bir başka deyişle, Anayasa’nın 43. maddesindeki kamu yararına öncelik tanıyan kuralı yasayla ve imar planlarıyla değiştirmek olanaklı kılınacaktır. Bu tasarı yasalaştığı takdirde kıyılarda rant paylaşımı ve dolgulaşma özendirilmiş, yerel yönetimlerim planlama yetkileri ellerinden alınıp yatırımcılara kaydırılmış, yatırımcılara tapulu taşınmazlara el koyma yolu açılmış, kıyı ve imar yasalarına aykırı olarak yapılmış yapılar bağışlanmış olacaktır[16].
g) Hiç kuşku yok ki, mimarlık, yapı, kentsel planlama, tasarım ve benzeri uzmanlık alanlarının üyeleri kadar sıradan yurttaşı da çok yakından ilgilendiren bir konu son birkaç yıldır en çok duyduğumuz kentsel dönüşüm ile yapılmak istenenlerdir. Önce, 2005’te Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi Yasası (5104), sonra da 2006’da Yıpranan Tarihsel ve Kültürel Varlıkların Yeniden Korunması ve Yaşatılarak Kullanılmasına ilişkin yasa (5481) ile eskiyen kent kesimlerini yeniden inşa ve restore etmek, konut, sanayi ve ticaret alanları, teknoloji parkları ve soyal donatılar oluşturmak, deprem riskine karşı önlemler almak ya da kentlerin tarihsel ve kültürel dokusunu korumak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulanması gündeme getirilmiştir. Şimdi de, TBMM’de görüşülmek üzere bekleyen bir Kentsel Dönüşüm Yasa Tasarısı var. Tasarının incelenmesi gösteriyor ki, bu ayni zamanda adı açıkça konmuş olmayan bir “gecekondu affı”dır. İmar olayını bütüncül değil parçacıl bir yaklaşımla, iki başlı bir planlama dizgesi içinde, plancılık yerine projcilik anlayışıyla, çıkar ortaklıklarının güdümünde gerçekleştirmeyi amaçlayan bu tasarıda, çevre kalitesine ve doğal risklere ilişkin herhangi bir kaygının izlerine rastlamak olanağı yoktur. Tersine, bu tasarı yasalaşırsa, gecekondu alanları çok katlı apartmanlarla yer değiştirmiş olacak ve görüntü kirliliği varlığını bu kez alçak değil yüksek yapı düzeninde sürdürecektir. Tasarıyla haklı ya da haksız nedenlerle artmış olan kentsel rantın gücü yetenler arasında paylaştırılması amaçlanıyor. Unutmamak gerekir ki, ekonomik ve toplumsal boyutlarından soyutlanmış bir kentsel dönüşüm, yoksulluğun ortadan kaldırılmasına değil, olsa olsa kent içinde bir noktadan başka bir noktaya taşınmamsına yarayabilir. Kısaca, biçim değişse de öz ayni kalır. Oysa, gerçek gereksinme, kentsel dönüşümü böyle anlayan, algılayan ve yorumlayan kafalarda bir dönüşüm yapmak gereksinmesidir[17].
Sonuç
Saymaya çalıştığım bütün bu örneklerin sanayi politikası ile kentleşme ilişkisini az ya da çok, dolaylı ya da dolaysız olarak, kısa ya da uzun erimde etkilemesi olası değişkenler olduğu yadsınamaz. Hepsi de iç dinamiklerden olduğu kadar, dış etmenlerden de geniş ölçüde etkilenen bu örneklerin de gösterdiği gibi, ülkemiz bilerek ve isteyerek yavaşlatılmış bir sanayileşme sürecinin maliyetini ergeç yurttaşlalrına, gelecek kuşakların bireylerine yansıtmak zorunda kalacaktır. Bu nedenle, kalkınma için sanayileşme, kentlileşme için sanayileşme, demokratikleşme için sanayileşme hedefine yeniden dönmeyi gündemden düşürmemek zorundayız.
Sağladığı tüm yarar ve kolaylıklara karşın, küreselleşme kentsel çevredeki eşitsizşlik ve adaletsizlikleri alabildiğine arttırmakta, var olanlara yenilerini eklemektedir. Gelişmekte olan ülkelerin altyapı ve çevre yatırımlarına destek sağlayan Dünya Bankası, tüm dünyaya, “Planı bırak, piyasaya bak” öğüdünü vermektedir. Bundan etkilenen kimi bilim insanlarımız bile, plana ve özellikle kent planlarına, küçültücü bir yaklaşımla, “modernist” bir çaba, bir özenti, Batı’dan aktarılmış (kökü dışarda) bir uğraş gözüyle bakmaya başlamışlardır. Planlama karşıtı bu tür anlayışlar, kimi Amerikalı bilim insanlarınca 1970’li yıllardan beri savunulagelmiştir. Planı kaldırıp yerine izlenceyi ve projeyi koymayı önermişlerdir[18]. Bugünlerde, kimi ünlü kentbilimciler bile, kendilerini kürselleşme rüzgarına kaptırıp, amaçsal kamu yararı kavramı yerine araçsal kamu yararının konmasını önermektedirler[19]. Habitat II sürecinde bu eski yaklaşımları kimi Türk bilim insanlarının yenilikçilik adı altında benimseyecek ölçüde geriye gitmiş olmaları düşündürücüdür. Kimileri, İstanbul gibi tarihsel kentlerin kimlik öğelerini yıpratmak bahasına da olsa, kendilerini küreselleşme rüzgarlarına kaptırmışlardır. Onlara göre, küresel ile yerel arasında sıkışıp kalmış olan İstanbul’u, uluslararası sermaye için çekici kılacak bir biçime sokmak için eğilip bükülmekte sakınca yoktur. Türkiye, İstanbul pazarlandıkçagüçlenecektir[20]. Oysa sağlıklı ve düzenli bir kentleşmeye en büyük zararı planı önemsemeyen, plan karşıtı anlayışlar verir. Bu anlayışların, Avrupa Birliği üyeliğinin gerekli kıldığı sürdürülebilirlik ve korumacılık amaçlarını gerçekleştirmeye yardımcı olmayacağı açıktır. En kötü planlamanın plansızlıktan daha kötü olduğu unutulmamalıdır.
Bu güncel ve evrensel çelişkinin hem düşünce düzeyinde, ham de uygulamada giderilmesinin yaşamsal önemi vardır. Bu bağlamda, devlete, yerel yönetimlere, meslek örgütlerine, gönüllü kuruluşlara, örgütlü olsun ya da olmasın yurttaşa ve kenttaşa düşen önemli tüzel ve etik sorumluluklar olduğu unutulmamalıdır. Özgürlüklerin, hakların, ödev ve sorumlulukların birbirlerini bütünleyecek bir biçimde algılanması demokratikleşme doğrultusundaki çabalara hız kazandırabilir. En yakın deneyimlerimiz eğitim dizgemizin bir bütün olarak yeniden ele alınması gerktiği gerçeğini bir kez daha ortaya koydu. Mimarlar Odası’nın bu amaca kendi çapında önemli katkılar yapmaktan geri kalmadığını, mimarlığı salt mimarlık, mimarlık eğitimini ise salt mimarlık eğitimi olarak görmediklerini, bağlılıklarını gözardı etmediklerini gözlemlemek mutluluk vericidir. Oda’nın seçkin yöneticilerini bu duygularla bir kez daha kutluyor, başarılar diliyorum.
Yararlanılan Kaynaklar
Ascher, François, Les Nouveaux Principes de l’Urbanisme,L’Aube, Poche Essai, Paris, 2001.
Azrak, Ülkü, “Kamu Yararı Kavramı ve Planlama”, TMMOB Mimarlar Odası, Ulusal Fiziki Planlama Semineri, Ankara, 18-19 Ocak 2002.
Balaban, Osman, “Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri Politikasına İlişkin Durum Değerlendirmesi”, Planlama,2001/1-2, s.61-75.
Can, Nevzat, “Küresel Hukuk ve Endüstri Bölgeleri Hakkında Kanun Tasarısı”, Planlama, 2001/1-2.
DPT, Dokuzuncu Kalkınma Planı, Ankara, 2007
DPT, Türkiye Sanayi Politikası, Ankara, 2003.
DPT,Yeni Bölgesel Gelişme Politikalalrı ve Uygulamaları, Ankara, 2007
Keleş, Ruşen “Şehir Planlamamsı ve Sanayi”, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi,C.18, 1962, Sayı :1, s.289-317.
Keleş, Ruşen, Şehirciliğin Kuramsal Temelleri, SBF, Ankara, 1972.
Keleş, Ruşen, Kentleşme Politikası, İmge, Ankara, 2006 (9.Bası).
Keleş, Ruşen, “Çevre Politikaları”, Çevre Politikaları : TMMOB Çevre Sempozyumu, 8-9 Haziran 2007, s.27-39.
Keleş, Ruşen, “Kentsel Dönüşüm Anlayışını Dönüştürmek”, Özel Kalem, Haziran 2007.
Kepenek, Yakup, “Türkiye’de Ekonomik Planlamanın Başından Geçenler”, TMMOB,Ulusal Fiziki Planlama Semineri,Ankara, 18-19 Ocak, 2002.
Keyder, Çağlar (der), İstanbul: Küresel ile Yerel Arasında, Metis, İstanbul, 2000.
Keyder, Çağlar, “Marketing İstanbul”, Biannual İstanbul, 1996.
Keyder, Çağlar ve Öncü Ayşe, “İstanbul at the Crossroads”, Biannual İstanbul, Selections 1993 (Winter 1994), Vol.2, No:1, s.38-45.
Mimarlar Odası Antalya Şubesi, 2007 Genel Seçimleri Kapsamında Dünya, Türkiye, Antalya ve Mimarlık Ortamına İlişkin Değerlendirme Raporu, Antalya, Haziran 2007.
T.C.Çevre ve Orman Bakanlığı, 2007 Yılı Bütçe Sunuş Konuşması,TBMM Bütçe ve Plan Komisyonu, Ankara, 2007.
TMMOB, 2B Sorunu: Gerçekler, Öneriler, Nisan 2006.
TMMOB Hatita ve Kadastro Mühendisleri Odası, Yabancılara Toprak Satışı: Neo-Liberalizmin Kıskacında Türkiye Toprakları, Ankara, 2006.
[1] Ruşen Keleş, “Şehir Planlamamsı ve Sanayi”, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi,C.18, 1962, Sayı:1, s.297. 26-28 Şubat 1962 tarihinde İstanbul Teknik Üniversitesi’nde toplanan II. Sanayi Kongresi’ne sunulan bildiri.
[2] Ruşen Keleş, Kentleşme Politikası, İmge,(9.Bası), Ankara, 2006, s.269; Osman Balaban, “Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri Politikasına İlişkin Durum Değerlendirmesi”, Planlama, 2001/1-2, s..61-75
[3] Yakup Kepenek, “Türkiye’de Ekonomik Planlamanın Başından Geçenler”, TMMOB, Ulusal Fiziki Planlama Semineri, Ankara, 18-19 Ocak 2002, s.32
[4] Ayni yazı, s.33
[5] Ruşen Keleş, “Çevre Politikaları”, Çevre Politikaları: TMMOB Çevre Sempozyumu 8-9 Haziran 2007, s.27-39,
7[6] DPT, Dokuuzuncu Kalkınma Planı, Ankara, 2007, s.40-41
[7] DPT Türkiye Sanayi Politikası, Ankara, 2003
[8] DPT, Yeni Bölgesel Gelişme Politika ve Uygulamaları, Ankara, 2007, s.15. Bu araştırmada kullanılan göstergeler sosyal ve ekonomik olmak üzere iki ana kümede toplanmakta ve demografi, eğitim, sağlık, kırsal altyapı, sanayi, inşaat, tarım, maliye ve bankacılık gibi alanları kapsamaktadır.
[9] Ruşen Keleş, Kentleşme Politikası, İmge, Ankara, 2006, (9. Bası), s.386-387.
[10] Ülkü Azrak, “Kamu Yararı Kavramı ve Planlama”, TMMOB Mimarlar Odası, Ulusal Fiziki Planlama Semineri,Ankara, 18-19 Ocak 2002, s.57-62
[11] TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, Yabancılara Toprak Satışı: Neo-Liberalizmin Kıskacında Türkiye Toprakları, Ankara, 2006.
[12] Nevzat Can, “Küresel Hukuk ve Endüstri Bölgeleri Hakkında Kanun Tasarısı”, Planlama, 2001, 1-2,s.6
[13] Ruşen Keleş, Kentleşme Politikası, İmge, Ankara, 2006, (9.Bası), s.653
[14] T.C.Çevre ve Orman Bakanlığı, 2007 Yılı Bütçe Sunuş Konuşması, TBMM Bütçe ve Plan Komisyonu, Ankara, 2007, s.22
[15] TMMOB, 2B Sorunu: Gerçekler, Öneriler, Nisan 2006, s.22-23
[16] Mimarlar Odası Antalya Şubesi, 2007 Genel Seçimleri Kapsamında Dünya, Türkiye, Antalya ve Mimarlık Ortamına İlişkin Değerlendirme Raporu, Antalya, Haziran 2007, s.38-40
[17] Ruşen Keleş, “Kentsel Dönüşüm Anlayışını Dönüştürmek”, Özel Kalem, Haziran 2007
[18] Ruşen Keleş, Şehirciliğin Kuramsal Temelleri, Ankara, SBF, 1972,
[19] François Ascher, Les Nouveaux Principes de l’Urbanisme, L’Aube, Poche Essai, Paris, 2001.,s.90
[20] Çağlar Keyder (Der.), İstanbul: Küresel ile Yerel Arasında, Metis, İstanbul, 2000, s.9-40, 223-235; Çağlar Keyder, “Marketing İstanbul”, Biannual İstanbul, 1996; Çağlar Keyder ve Ayşe Öncü, “İstanbul at the Crossroads”, Biannaual İstanbul, Selections 93, (Winter 1994), Vol.2, No:1,s.38-45