Bir kenti sevmekle başlar kent yazıncısı olmak…
Kimi doğduğu kim de doyduğu kentte kenti tanır. Kentli olmanın erdemlerini yaşayarak kavramaya özen gösterir. Bir insan yaşadığı kentle nasıl bütünleşir. Bir yazarın kalemine kent nasıl dolanır? Nasıl kent yazıncısı olunur? Tüm bu sorular kentli olunca yanıt bulur.
Yazma eylemine kent yazıncısı olarak başladım…
Yıllar sonra kent yazıncılarının başarılı yapıtlarını okumaya doyamadım. Bu merakım ve eylemim bugünde sürüyor ve kent yazıncılarının yazılarıyla kentlere yolculuk ediyorum. İlk kent yazıncılığına başkentin yoksul diliminden başlamak ödüller getirdi. Ankara kent içinde kentler barındıran bir kentti. Önceleri kent sonra anakent oldu… İlk tanıdığım, yaşadığım ve sevdiğim kentti Ankara… Sonra ondan ayrılıp ülke ve dünya kentlerine ulaştım. İlk aşkım ilk tanıdığım, sevdiğim kent olarak ona ihanet etmeden başka kentler de sevdim. Onu incitmeden bu sevdaları yazdım… Onun isminin yazılı olduğu kirli tabelayı hep özleyerek başka kentlere koştum.
Kent yazıncılarının kitaplarından ölümsüz kentler okudum.
Yıllar geçince anladım ki Ankara’yı seviyorum. Bu kentle kopmaz bağlarım, silinmez anılarım var. Ankara’yı seviyor ve özlüyorum. Başka kentleri de…
Bir sokağın, mahallenin ve kentin dokusuna ne çok insan öyküsü siniyor. Kentlilik bilinci kolay edinilmese de her insanın yaşadığı kentle silinmez bağları, anıları oluşuyor.
Son yıllarda sözlü tarih çalışmaları ile yeni kent yazıncıları her geçen gün yapıtlarıyla ses veriyorlar. Kent yazıncılarının sayıları hızla çoğalıyor. Bu çoğalmanın sonucunda gelecek kuşaklara kentlerin tarih çalışmaları armağan kalıyor sanki…
Nedim Gürsel, Parisi’nde o kentin gizini açıklıyor:‘‘Paris’i anlatmak, onu tanımlamak güç… O, ait olduğu ülkeden ayrılıp, kendi başına nefes alabilen, ruhu olan bir kent.”
Nedim Gürsel, sevdalı olduğum kentlerden Paris’i Nazım Hikmet’in şu şiiri ile aktarmayı unutmuyor: ‘‘Hangi şehir şaraba benzer?/Paris/ İlk bardağı içersin buruktur/İkincide dumanı vurur başına,/Üçüncüde mümkünü yok/Masadan kalkmanın/Garson bir şişe daha getir!/Ve artık nerede olsan, nereye gitsen/Paris’in ayyaşısın iki gözüm.”
Demir Özlü, “Stockholm Öyküleri”nde kenti ve kafelerini çok güzel anlatıyor. İkinci kez gittiğim, gezdiğim, tanıdığım Stockholm’e sevdalandım.
Selma Lagerlöf’ün “suda yüzen şehir”i benim de adalar ve nehirler kentim oldu. Stockholm 332 ada üzerine kurulu sularla çevrili dünyanın en özgün kentlerinden biri. Kenti birbirine bağlayan 191 köprünün üstünde kâh arabayla kâh yaya geçtim.
Aynı zamanda Stockholm bizim aydınların gönüllü sürgün yeri. Demir Özlü sürgünlüğünü şöyle tanımlıyor: “Dünyamız da, Türkiye de çok büyük sürgünler gördü… Bütün o yaşananların yanında, benim yaşadığım pek alçakgönüllü bir şeydir.”
Stockholm’ü tanıdıkça, sevdikçe üç gönüllü sürgün dostu kıskandım. Mehmed Uzun, Zülfü Livaneli, Kemal Burkay…
Bu güzel kentte sürgün olmadığıma yandım.
Goethe’nin Kenti: Frankfurt
Frankfurt, Almanya’nın beş büyük ve Berlin’den sonra en çok tanınan kentidir. “ Avrupa’nın finans merkezi ya da Avrupa’nın kasası” tanımı bu kente çok yakışıyor.
Fuarlar kenti: Frankfurt
Belediye başkanı Petra Roth’un kenti tanıtan yazısında; “Almanya’da farklı ulusları aynı çatı altında buluşturan, kıtanın en büyük finans merkezi sıfatını taşıyan, sunduğu eğitim fırsatlarıyla dikkat çeken ve Goethe’nin şehri olan sürprizlerle dolu dünyanın en küçük metropol kenti Frankfurt’a hoş geldiniz”
Frankfurt’u ilk kez Amerika gidişimde sadece havalimanını gördüm. Sonraki yıllarda ne çok konup göçtüğümü unuttum. Bir tek unutmadığım Goethe gemisiyle Main Nehri turuydu…
Kent yazını kenti ölümsüz kılandır. Ankara için şair Ali Cengizkan; “ Ankara düşler kentidir” derken, Ankara’da düş kurmadan yaşanmazı anlatıyor. Gerçekten de Ankara’da düş kurmadan yaşanmıyor…
Kızılay’da, Gar’da, otobüs terminalinde bir banka oturup kente gelenleri seyre dalsanız inanılmaz insan tiplemeleri ile karşılaşırsınız. Kenti kent yapan içinde yaşayanlardır. Kentle bütünleşmek kente verdiklerimizle ilintilidir. Kent insanı geliştirir. Kentli olmak ayrıcalıklı olmaktır. Çünkü kentlilik bilinci insanı yurtsever, doğasever, hayvan sever, insan sever yapıyor.
Kentlilik insana onurlu duruş sergiletiyor…
Yaşar Seyman
Yazılarınıdak şiirsel bir üslup bağımlılık yapıyor. Yazdığınız her konu buna sebep öylesine okunup geçilecek gibi değil.
Kentlerimiz konusundaki farklı düşüncemi paylaşmak istedim.
Şehirciliğin bize uzak bir “ilim” olmasına sebep, şehirlerimiz adete “toplama kampı”. Ve şehir insanı labirentler ve dar mekânlar arasına sıkışmış yorgun insanlar. Bir batılı der ki: “Bizde zor olan anayasa değişikliği değil,, şehir imar plânlarıdır.” Bizde işe anayasa değişikliğinde gürültü çıkar, sessiz sedasız bir gecede şehir imar planlarında değişiklikler olur. Sanatçıların doymak bilmez iştihası, belde sakinlerinin hafızasını tahrip eder, kentini tanıyamaz hale getirir.
Bir süredir şöyle diyesim geliyor. Kentlerde yaşayanlar yaşadığı kenti hak etmiyorlar ve kent yöneticileri de o makamları…
Bir tane sebep göster diyebilirsin. İşte: Çöp konteynırlarının hepsinin kapakları açık, böyle kalması için tahrip edilmiş. Ilaclama ekipleri de havaya ilaç sıkıyor…
Kent taşrayı etkiler, taşralı kenti kendisine benzetirse problem büyüktür…