Eskiden yerel ürünleri desteklemek için festivaller yapılırdı, bazıları hala sürüyor. Çilek, kayısı, kiraz, şeftali… Güzellik yarışmalarının moda olduğu günlerde, festivaller de geri kalmadı. Çilek, kayısı, kiraz, şeftali güzelleri seçildi. Usta sanatçı Ayşen Gruda’nın Domates Güzeli tiplemesiyle bu akım beyaz perdeye de taşındı.
Bir de şehirlerin adıyla anılan sinema festivalleri var. Markalaşmış bazı festivaller önemli bir prestij kazanma vesilesi oluyor. Peki sinema gibi ortak bir sanat dalı illa ki ayrı ayrı festivallerle sınırlandırılabilir mi?
İşte bu kuralı yıkan bir festival var; MOOOV Film Festivali. Belçika’da aynı anda yedi farklı şehirde gösterimleri oluyor. Üstelik festival sırasında çocuklar için ayrı bölümler var. Ve de festival sonrası filmler okullarda gösterilmeye devam ediliyor.
Bu önemli festival, 2019 sezonunda özel bir konuğu ağırladı. Azeri yönetmen Ilgar Najaf, Nar Bağı filmiyle MOOOV Film Festivali’nde yer aldı ve “special mention” ile onurlandırıldı. Filmde adı geçen narın festivalle ilgisi yok elbette. Ama nar meyvesi filmde çok şey anlatıyor.
Nar Bağı filmi, daha önce gerek Avrupa gerekse Asya Pasifik festivallerinden ödüller aldı. Türkiye’de de Malatya Uluslararası Film Festivalinden en iyi film ödülü var.
Ilgar Najaf”a sorduk. “Neden nar?”
“Nar, Azerbaycan’da önemli yeri olan bir meyvedir. Mecazi olarak bereketi temsil eder. Duvara atıldığında düzgün bir şekilde parçalanırsa iyiye delalettir. Ama sadece ezilir ve suyu sızarsa kötü şeylerin habercisidir.”
Film başlarken duvardan süzülen nar suyunu görüyoruz. Ama Ilgar Najaf filmi yazmaya başladığında, özellikle hüzünlü bir hikaye olsun diye masaya oturmamış. “Yaşadığımı ve hissettiğimi aktardım. Hayatın içinde acı var, ben onu kendi akışı içinde yorumladım” diyor.
Nar Bağı, 2017 filmi olmasına rağmen 2018 filmleri arasında festivale davet edilmiş. Festival seçici kurulundan Grace Winter bu filmin Cannes’da olmadığına çok şaşırdığını ve MOOOV film festivalinin bu filmi özellikle davet ettiğini ifade ediyor. Film, Azerbaycan nar bağlarındaki kadar sakin akıyor. Hikaye, 12 yıl önce Rusya’ya çalışmaya giden Kabil’in birden bire dönmesi ve hiç bir şey olmamış gibi yaşamın içine girmesinin etrafında dönüyor. Grace Winter, “son 15 dakikaya kadar filmin sonunda ne olabileceği hakkında hiç bir fikrim olmadı” diyor. Tecrübeli bir film uzmanından bunu duymak güzel bir şey elbette. Ilgar Najaf, “baştan sonu anlaşılırsa ne anlamı kalır” diye takılıyor.
Kabil karakterinin, hem masum bir sakinliği hem de içten içe hesapları olmasını, “Hazreti Adem’in iki oğlunu bir arada mı görüyoruz” diye sorunca, “elbette, yönetmen hiç bir şeyi filminde boşuna kullanmaz” diyor usta yönetmen. Ilgar Najaf’ın oldukça minimalist bir yaklaşımı var. “Ben gereksiz nesne bulundurmam” diyor. “Her şeyin filmde bir işlevi olmalı.”
Gösterim sonrası seyircilerle yapılan sohbet sırasında, Rusya ile ilgili de çok soru soruldu. Ilgar Najaf, filmin Rusya ile ilgili olmadığını, Rusya’ya para kazanmak için gurbete giden insanların hikayesi olduğunu vurguladı. “Bu film Türkiye’de çekilseydi, Almanya kullanılırdı. Zira Almanya’ya gurbete giden insanların da benzer, hatta daha acı hikayeleri var” diye ekledi. Elbette Sovyetler Birliği dağıldı diye Azerbaycan ve Rusya arasındaki kültürel ve ekonomik ilişkiler bitmedi. Yüzyıllara dayanan bir bağ var ve hala sürüyor.
Nar Bağı, Ilgar Najaf’ın ikinci uzun metrajlı sinema filmi. İlk filmi olan Buta, 2011 yılında vizyona girmiş. Halı ve kumaşlardaki alev çiçeği figürüne Buta deniliyor. Bu sembol, filmde de ana karakter olan çocuğa ad olmuş. Filmin, yani yaşamın içinde pek çok yerde görüyoruz bu simgeyi.
Bu filmde de zor şartlar var, ama hikaye sizi zor şartlardan uzaklaştırıyor. 7 ve 70 yaşında iki insanın, bir çocuk ve bir bilgenin arkadaşlığı size en yalın duyguları getiriyor. Yediden yetmişe…
Bu filmde bir eşek var ve çok iş görüyor elbette. Najaf’a sormuşlar, biz de sorduk “eşek mi araba mı” diye. “O coğrafyada eşek elbette” diyor. “Benim için de yetinmek mutluluğun anahtarıdır” diye ekliyor.
Sinemayı sadece sanat olarak görüyor Ilgar Najaf. “Eğer maksat bir yerleri ya da yaşam şartlarını anlatmaksa, belgesel yapılmalıdır” diyor. “Benim için duygular önemlidir.”
Film, çok zor şartlarda çekilmiş. 35 mm filmler işlenmek için İran’a gönderilmiş, orada dijitale aktarılmış. Dolayısıyla sonuçlar için haftalarca beklemeleri gerekmiş. “Bu filmin bende yeri ayrı” diyor Ilgar Najaf.
“Peki” diyoruz, “yeni film için bir altı yıl daha mı bekleyeceğiz?”. “Yok” diyor, “inşallah 2020 sonunda hazır olacak.” Ama içeriği hakkında sır vermiyor.
Bir sonraki filminin ilk gösterimine katılma dileğimizle ayrılıyoruz değerli yönetmenin yanından.
Röportaj: Yüksel Çilingir